Makaleler

Büyük Bir Şeyhin Namaz Kılışı

Diyanet Gazetesi, sy. 207 (15 Şubat 1979), s. 4.( Prof. Dr. Mahmud Esad COŞAN)


İslâm dini kendisine aklı muhatap edinmiştir. Bütün mükellefiyetler, kulluk vazifeleri akıllı kimselere terettüp eder. Mesela çocuklar aklî tekâmülleri tamamlanmamış olduğundan sorumlu sayılmazlar. Hatta akıl ve irade sahibi bir kişinin, gafillik ve cehaletle yapacağı kusurlar, günahlar bağışlanmış, kasıt ve taammüd ile sehv ve hatanın arası tefrik edilmiştir. Daha da ilerisini söyleyelim, bir kimse aklı yerindeyken hür iradesiyle sonu zarara varan bir hareket yapsa, doğru olduğuna inanmış ve iyi bir niyetle yapmışsa, yine suçlu sayılmaz. Çünkü amellere mükâfât ve ceza vermede esasen niyetin iyiliği veya kötülüğüne bakılır.
Demek ki hareketlerimizi iyi niyet ve duygularla akıl ve irademizi kullanarak yapmalıyız. İyi niyet olmayınca netice ne olursa olsun kişi günahkâr sayılıyor. Akıl ve irade hakimiyeti olmadan ihtiyarsız, şuursuz, duymadan hissetmeden yaptığımız mihaniki fiillerin neticesi ise bir hiçten ve boşuna yorulmadan ibaret kalıyor.
Yukarıdaki hükümler, ibadetlerin her türlüsüne teşmil edilebilir. Bu duruma göre dinin emrettiği ibadetler –ve mesela namaz– acaba sırf şeklen icra olunmakla kabule şayan sayılır mı? Şüphesiz ki hayır! Derinden derine, hissetmeden arzusuz ve heyecansız yapılan ibadetler, renksiz, kokusuz çiçek, balsız petek, özü boşalmış kabuk, mânasız söz ve ruhsuz ceset gibi değersizdirler.
O halde bütün benliğimizle duyarak ve yaşayarak ibadet etmeli, tekrar tekrar yapılan işlerin umumiyetle verdiği melâl ve mekanikliğe düşmekten çok şiddetle kaçınmalıyız. Sevgili Peygamberimiz kişinin namazdan elde ettiği faydanın ancak ve ancak anladığı ve akıl ettiği kadar olduğunu rûhen yüceltmeyen, kötülüklerden alıkoymayan namazın sadece sahibini Allah’tan uzaklaştırmaya yaradığını bildirmiştir.
Akıl başka fikirlerle doluyken kılınan namaz bizzat namaz kelimesinin mânasına da aykırı düşmektedir. Arapça’da da bu ibadeti ifade eden “salât” kelimesi dua anlamına gelir. Demek ki namazda her şeyden önce Allah’ın huzurunda olduğunu, O’na hitapta münâcâtta bulunduğunu, konuşup affı için yalvardığını, O’ndan bazı şeyler istediğini düşünmek, tevazu ve boyun büküklüğüyle durmak, ihtiram ifadesi olan bütün vaziyetlere dikkatle riayet etmek gerekir.
Bir hadiste, “Kul edeple namaza girer, gönlünü ve fikrini bu işe bağlar, etrafına bakmazsa, Allah, kudret ve rahmetiyle ona teveccüh eder. Gönlünü dağıttığı, çevreyle meşgul olduğu an, ilâhî rahmet geliyorken döner, geri gider.” buyurulmuştur.68
Bazı din büyükleri namazda en önemli şart olan kalp huzurunu temin ve gaileleri zihinden uzaklaştırmak için abdest almadan önce başlayan bir seri tedbire müracaat etmişlerdir. Mesela Şeyh Hâtem-i Esam diye tanınan meşhur velî ve büyük mutasavvıfa nasıl namaz kıldığı sorulduğunda şöyle cevap vermiştir:
“Namaz kılmaya karar verince önce herhangi bir sıkışıklığım varsa giderir, bedeni rahatlandırırım. Sonra ağır ağır tam bir abdest alır, namaz kılacağım yere gelirim. Bir müddet oracıkta oturur dinlenirim. Bu sırada zihnimi toplar, endişemi yatıştırır, dağdağaları dağıtır, ondan sonra edeb ve tevazu ile doğrulurum. Kâbe-i Şerîfi hemen karşımda, sırat köprüsü iki ayağım altında, cennet sağımda, cehennem solumda diye tahayyül ederim. Ölüm meleği Azrail ardımda beni bekliyor. Bu kıldığım sonuncu namazdır. Bundan başka bir namaz kılmaya erişemeyeceğim diye düşünerek korku ve ümit arasında heyecanlı bir durumda, ağlamayla tezellül ile tekbir alır, namaza girerim. Sevgili Peygamber Efendimiz’in bildirdiği tarzda her rüknün hakkını vererek sükûnetle, edeple, ağır ağır namaz kılarım. Bütün bunlardan sonra yine de namazım kabul edildi mi edilmedi mi bilmem.”
Sevgili okuyucu! Böyle bir namazın verdiği tat ve fayda ne şekerde ne kaymakta bulunabilir. İsterseniz bir de siz deneyin.

Dipnotlar
1. Ahmed b. Hanbel, V, 172, hadis no: 21547; Ebû Dâvûd, “Salât”, 165, hadis no: 909; Nesâî, “Salât”, 10, hadis no: 1195.
2. Gazzâlî, İhyâu ulûmi’d-dîn, I, 178.


Namazı nasıl bir çaba ile huzur içinde kılabiliriz?
(Ahmet Şahin)

'Hayat Kaynağımız Namaz' kitabı ile 'Namaz Risalesi'ndeki iki önemli görevimize dikkatinizi çekmek istiyorum bugün.


Malum olduğu üzere hemen hepimizin bir numaralı meselemiz, namazlarımızı derin bir huzur içinde kılmak, kıldığımız her namazımızla bir adım daha ilerleyerek manen inkişaf etmek... Ne var ki isteğimiz bu olduğu halde halimiz bu değildir. Namaza başladığımızda kafamıza gönlümüze üşüşen dünyevi konular, namaz boyunca bizi istila ve işgale devam etmekte, bir türlü zihnimizi gereksiz konulardan kurtarıp da kalp ve kafa birliği ile ibadetimizi sürdürür hale gelememekte, bundan da muzdarip bulunmaktayız.

Bu sebeple namazda çok arzu ettiğimiz huşu ve huzura ulaşmanın çaresi yok mu, nasıl bir gayret ve azimle namazımızı layık olduğu bir huzur içinde kılmaya muvaffak olabiliriz diye düşünürken, Işık Yayınları'nın istifademize sunduğu "Hayat Kaynağımız Namaz" kitabında, Hocaefendi'nin namazı layık olduğu derinlikte kılabilmek için gerekli görüp sıraladığı çareler dikkatimizi çekiyor. Bakalım namazımızı huzur içinde kılmaya muvaffak olmak için nasıl bir gayret ve sebatla çalışmamız icap ediyor görelim:

-"Namaz aşk ve sevdası, sahibinin gönlüne hemen düşmeyebilir; insan birkaç günde, birkaç ayda, hatta birkaç yılda dahi namazın hakikatini duymayabilir!. Dolayısıyla neticeye götürecek sebepleri yerine getirmede ısrarlı ve azimli olmak pek mühimdir. Namaz kahramanlığına talip Kur'an talebeleri, Hazret-i Gazali, Hazret-i Mevlânâ ve Hazret-i Bediüzzaman gibi Hak dostlarının namazla alakalı tespitlerini ve günümüzde kaleme alınmış namaza dair kitapları, makaleleri mutlaka okumalı ve konuyla ilgili müzakerelerde bulunmalılar.

Hangi ses, hangi soluk sizi şahlandırıyor ve kalbinizi coşturuyorsa bir kere değil, belki yüz kere aynı vesileye başvurmalılar. Belki bir kitabı onlarca kez okumalı, bir kaseti birkaç kere dinlemeli, bir büyüğün sözlerine defalarca kulak vermeli, oturup kalkıp hep gözünüzü diktiğiniz namazı huzurla kılma hedefinizi düşünmelisiniz. Olmuyor diyerek yoldan dönmeyi asla aklınıza getirmemeli, kat'iyyen aceleci de davranmamalısınız. Unutmamalısınız ki, bu yolda senelerce sular gibi çağlayacak, pek çok kayaya çarpacak, ama her defasında biraz daha arınacak ve sonunda ummana ulaşacaksınız!.."

Demek namazda huzurumuzu kazanmak için göstermemiz gereken azim ve gayret böylesine uzun müddetli ve geniş çerçeveli olarak aralıksız devam edecektir.

Ancak, biz namazlarımızı böylesine bir azim ve sebatla huzur içinde kılmaya gayret ederken zihnimize namazlarımıza ait vesveseli sorular da gelmekte, 'Bizim kafa karışıklığı içinde kıldığımız namazlarımız nerede gerçek namaz nerede?' diye endişeye de kapıldığımız olmaktadır.

İşte zaman zaman duyduğumuz böyle endişeler için de imdadımıza yeni bir 'Namaz Risalesi' yetişmektedir. Bu risalenin yazarı kim mi? Sıkı durun: Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretleri. Nesil Yayınları, Risale-i Nur külliyatı içindeki namazla ilgili önemli bölümleri bir ciltte toplayarak 'Namaz Risalesi' kitabını istifademize sunmuş, endişe ile baktığımız namazlarımızın durumu hakkında da müjdeli bir misalle konu aydınlatılmıştır. Bediüzzaman Hazretleri endişe ile baktığımız namazlarımız hakkında diyor ki:

- Sakın deme, 'Benim kıldığım bu namazım nerede, şu hakikatı namaz nerede?' Zira, bir hurma çekirdeği hurma ağacı gibi, kendi ağacını -içinde taşır ve- tavsif eder. Fark, yalnız icmal ve tafsil ile olduğu gibi, senin ve benim gibi avamdan birinin -velev hissetmese de- namazı, büyük bir velinin namazı gibi şu nurdan bir hissesi var, şuurun taalluk etmese de. Fakat kılanların derecelerine göre inkişaf ve tenevvürü ayrıdır. Bir hurma, çekirdeğinden ta mükemmel bir hurma ağacına kadar dereceler bulunduğu gibi, namazın derecelerinde de daha fazla mertebeler bulunur."

Demek ki, ümitsizliğe düşmeye gerek yoktur. Endişe ile baktığımız namazlarımızın da hakiki namazdan bir hissesi vardır. Ancak o hisseyi hurma çekirdeği derecesinde bırakmayıp hurma ağacı haline getirme gibi ihmal edilmez görevimizin bulunduğu da unutulmamalıdır
....



Çocuğumuza namazı nasıl sevdiririz?
Pedagog Ali Çankırılı
Çocukta yedi yaşına kadar görsel düşünce ön planda olduğu için dinî eğitiminde sözlerden çok davranışlar etkilidir. Çocuk neye inandığımıza değil, ne yaptığımıza dikkat eder. Çocuk bizi severse, namazımızı da sever. Bizi taklit etmekten zevk alır. Çocuklarımızı eğitirken her konuda olduğu gibi namaza alıştırma konusunda da yumuşak huylu ve kolaylaştırıcı olalım.

Namaz, Allah inancıyla ilgili bir ibadettir. Çocuğa niçin namaz kıldığımızı anlatmadan önce Allah’ı anlatmamız gerekir. Allah’ın varlığını anlatırken çocuğun zihinsel gelişimini hesaba katmamız gerekir. Çocuk yedi yaşına kadar somut (görsel) düşüncenin etkisinde olduğu için soyut kavramları anlayamaz. Allah inancı soyut kavramlar içerdiğinden, biz ne kadar anlatmaya çalışsak da çocuk Allah’ı güçlü bir insana veya masal kahramanına benzetmekten kurtulamaz. Çocuğa Allah’ı anlatırken onun anlayacağı basit bir dil ve somut kavramlar kullanmalıyız. (Allah’ı Merak Ediyorum, Özkan Öze; Çocuğun Manevi Eğitimi, Ali Çankırılı)

Çocukta Allah inancı oluşmasında bilinçaltının etkisi çok büyüktür. Embriyo üzerinde yapılan son araştırmalar, ana rahmindeki embriyonun 8. haftadan itibaren dış dünyadan gelen sesleri işittiğini, sinirler yoluyla annenin psikolojik durumunu algıladığını gösteriyor. Anne adayı, namaz kılan, Kur’an okuyan, dua eden, ilahi dinleyen inançlı bir bayan ise; ana rahmindeki embriyonun bilinçaltı hafızası annenin hareketlerini ve duyduğu sesleri kaydediyor. Doğduktan sonra kulağına okunan ezan, dualar ve verilen isim de bilinçaltı hafızaya kaydediliyor. Bilinçaltındaki bu kayıtlar çocuk için ruhsal ve dinî bir altyapı oluşturuyor. Anne-babayı ve aile büyüklerini Kur’an okurken, namaz kılarken ve dua ederken gördüğünde duydukları ve gördükleri tanıdık geliyor. Bu çocukları namaza alıştırmak daha kolay oluyor.

Çocuklarımızı eğitirken her konuda olduğu gibi namaza alıştırma konusunda da yumuşak huylu ve kolaylaştırıcı olalım. Resul-ü Ekrem Efendimiz (a.s.m.) de öyle dua ediyor: “Ya Rabbi, kim ümmetimin bir işini üzerine alır da onlara nezaketli ve yumuşak davranırsa sen de ona yumuşaklıkla ve merhametle muamele et.” (Müslim, İmare, 19)

Bir çocuğa namazı anlatırken uygulayacağımız yol ve yöntemler genel başlıklar altında şöyle olmalıdır:

Çocuk, namazı oyun olarak algılar

Çocukta yedi yaşına kadar görsel düşünce ön planda olduğu için dinî eğitiminde sözlerden çok davranışlar etkilidir. Çocuk neye inandığımıza değil, ne yaptığımıza dikkat eder. Taklit ve oyun çocuk için güçlü iki öğrenme aracıdır. Çocuk büyükleri taklit ederek yeteneklerini geliştirir. Çocuk oyun ve arkadaş yoluyla sosyalleşir. Çünkü kuralsız oyun yoktur, oyun sırasında kurallara uymayı öğrenir.

Yarışmalı grup oyunlarında yardımlaşma ve işbirliği vardır. Santra çizgisinden aldığı topu kimseye pas vermeden kaleye kadar süren ve gol kaçıran çocuğa arkadaşları kızarak, “Neden paslaşmıyorsun, bu takımda bir sen mi varsın!” derler. Grup oyunlarında rolünü beğenmeyen, kurallara uymayan, bildiği gibi hareket etmek isteyen çocuğa “mızıkçı” derler, oyuna almak istemezler. Oyun, çocuk için sıradan bir oyalanma değil, onun en önemli işidir. Oyuna daldığı sırada takındığı ciddiyete bakarak bunu görebilirsiniz. Sevdiği bir oyundan ayırıp başka bir işe yönlendirmeniz çok zordur.

Çocuğun namazında ciddiyet aranmaz. Çünkü çocuk namazdaki hareketleri de oyun olarak algılar. Bizi namaz kılarken gören 5 yaşındaki bir çocuk önümüze dikilecek, bizi gözlemleyecek, bizim gibi namaz kılmaya çalışacak, bizi taklit edecektir. Kimi zaman sırtımıza çıkacak, boynumuza sarılacak, canı sıkılınca komiklikler yaparak dikkatimizi çekmek isteyecektir. Bütün bu durumlarda surat asmadan, kızgınlık belirtisi göstermeden namaza devam etmeliyiz. Çocuk kimi zaman önümüze yatacak, kimi zaman sırtımıza çıkacak, boynumuza sarılacaktır. Kendisiyle meşgul olmamızı başaramadığını ve namazdan çıkaramadığını görünce ciddi bir iş yaptığımızı anlayacaktır.

Çocuk bizi severse, namazımızı da sever. Bizi taklit etmekten zevk alır. Çocuk psikolojisi bilmeyen bazı yaşlı insanlar namaz kılarken, namazın ciddiyetini bozuyor diye onlara kızar, odadan dışarı çıkarırlar. Çocukluğumuzun Ramazan günlerini hatırlayın. Anne-babamızla veya dedemizle teravih namazına gittiğimizde arka sıralarda nasıl birbirimizi güldürür, yaşlı insanlardan azar işitirdik. Çocukluğumdan hatırlıyorum. Bazı yaşlılar azarlamakla yetinmeyip bizi camiden dışarı atardı. Bizi camiden atan bu yaşlı insanlara haklı olarak çok kızardık.

Yeri gelmişken bu konuda bir hatıramı sizinle paylaşmak istiyorum: Bir akşam, yaşlı bir aile dostumuzu ziyarete gitmiştik. Namaz kılarken o sıralarda dört yaşlarında olan kızım, alışık olduğu üzere geldi sırtıma çıktı, boynuma sarıldı. Boynuma sıkı sarıldığı için secde sırasında düşmüyordu. Bizi bu şekilde namaz kılarken gören yaşlı aile dostumuz hemen gelip kızımı sırtımdan aldı. Çocuk korkudan neye uğradığını şaşırdı. Bana da kızgın bir sesle:

- Kalk, dedi, böyle namaz olmaz, yeniden kıl, dedi.

Kalkmadım, namazıma devam ettim. Namazı bitirince, tebessüm ederek:

- Amca, dedim, Peygamberimizin namazını bozmayan bir şey neden benim namazımı bozsun?

Ne demek istediğimi anlamadı. Açıklamak zorunda kaldım. Peygamberimizin Mescid-i Nebevî’de namaz kıldırırken bazen torunlarından birinin gelip sırtına çıktığını, Efendimizin de bu şekilde namaza devam ettiğini anlattım.

Namazı anlatma metodu

Anne-babalar ve aile büyükleri çocuk eğitirken ve çocukların sorularına cevap verirken farkında olmadan konuya yetişkin gözüyle bakarlar. Özellikle iki konuda, cinsiyet ve din eğitiminde çocuklara bir şey anlatırken veya sorularına cevap verirken olaya yetişkin gözüyle yaklaştığımızda çocukta kafa karışıklığına yol açabiliriz. Resul-ü Ekrem Efendimiz (a.s.m.) bir hadisinde, “Çocuğu olan onunla çocuklaşsın” buyuruyor. Bunun bir psikolog için anlamı empatidir. Efendimiz, bu hadisinde, çocuğa bir şey anlatırken veya sorusuna cevap verirken kendimizi onun yerine koymamızı, onun anlayacağı basit bir dil kullanmamızı tavsiye ediyor.

Çocuğumuzun bizi namaz kılarken gördüğünü, gelip bizimle birlikte namaz kıldığını ve namazdan sonra niçin namaz kıldığımızı merak edip şöyle bir soru sorduğunu varsayalım: “Baba (anne/dede/büyükanne), neden namaz kılıyoruz?” Olaya yetişkin gözüyle yaklaşan bir anne, baba veya bir aile büyüğü –büyük ihtimalle- “Allah emrettiği için” veya “Her Müslüman’ın üzerine farz olduğu için” cevabını verecektir.

Cevap doğru mu? Doğru. Üstad Bediüzzaman, “Her söylediğin doğru olsun, ama her doğru her yerde söylenmez” der. Konuya çocuk gözüyle baktığımızda, çocuğa namaz farz olmadığı için yetişkinler için doğru olan o cevaplar çocuk için doğru değildir. Çocuğun seviyesine inen bir anne-baba veya aile büyüğü, diyalog tarzında basit ama doğru olan şöyle bir cevap verebilir:

- Birisi sana bir çikolata verse veya bir oyuncak hediye etse, ne yaparsın?

- Teşekkür ederim. Sevinirim.

- Evet. Birisi bize bir yardımda veya bir iyilikte bulunduğunda ona teşekkür ederiz. Allah bizi en üstün varlık olarak, insan olarak yaratmış. Görmemiz için göz, duymamız için kulak, yürümemiz için ayak, başkasına muhtaç olmadan kendi işimizi görmemiz için el vermiş. Bütün bu verdikleri için O’na teşekkür etmemiz gerekmez mi?

- Gerekir.

- Yemeğe başlarken Allah’ın adıyla başlıyoruz, yemekten sonra da verdiği nimetler için teşekkür ediyoruz, değil mi?

- Evet.

- İşte, namaz da Allah’ın bize verdiği bütün nimetler için bir dua ve teşekkürdür.

Cenneti olan Allah’ı anlatmalıyız

Bir hadisinde Efendimiz (a.s.m.) “Buluğa erinceye kadar çocuktan kalem kaldırılmıştır (yani ona günah yazılmaz)” buyuruyor. Bir çocuk psikologu olarak bu hadisten şu sonucu çıkarıyorum: Çocuğa cehennem kapalı olduğuna göre ona önce cenneti olan Allah’ı anlatmalıyız. Çocuk cenneti olan Allah’a korkuyla değil sevgiyle bağlanacaktır. Cehennemle korkutulan bir çocuğa arkadaşı soruyor:

- Allah’ı mı daha çok seviyorsun, Peygamberi mi?

- Peygamberi, diyor. Arkadaşı nedenini sorunca:

- Çünkü Peygamberin cehennemi yok, diyor.

Konuya ışık tutması için sizinle bir hatıramı daha paylaşmak istiyorum:

İstanbul’da oturduğum senelerde, haftada bir akşam komşularımızla sohbet edip çay içiyorduk. Çocuk eğitiminden söz açıldığı sırada dindar bir komşum övünerek beş yaşındaki oğlunun tadil-i erkânla namaz kıldığını söyledi. Ben güldüm.

- Neden gülüyorsun, hocam, dedi.

- Beş yaşındaki çocuk oyun çocuğudur; oyun çocuğunun namazında ciddiyet aranmaz, dedim. Cevabım arkadaşın hoşuna gitmedi:

- Öyle deme hocam, ağaç yaşken eğilir, dedi. Baktım küsecek, bir şey demedim. İçimden, “Zaman en güzel müfessirdir, bekle gör” dedim.

Aradan birkaç ay geçti. Sohbet sırasında beş yaşındaki oğlunun tadil-i erkânla, yani bütün şartlarını yerine getirerek, ciddiyetle namaz kıldığını söyleyen komşumuz:

- Hocam sormayın, bizim Ömer’e nazar değdi, dedi. Ömer namazı bırakmış. “Kılmayacağım!” deyip inat ediyormuş. Babası:

- Namaz kılmayanları Allah cehennemine atar, demiş. Ömer:

- Ben de O’nu atarım! Seni de sevmiyorum, Allah’ı da sevmiyorum, demiş.

Komşuma:

- El-insaf, dedim, çocukları cehennemine atan Allah’a hangi çocuk severek ibadet eder?

Ondan sonra Efendimizin, “Buluğa erinceye kadar çocuktan kalem kaldırılmıştır” hadisini hatırlattım. Çocukların namazdan sorumlu olmadığını, sevdirerek ve özendirerek namaza alıştırmamız gerektiğini anlattım. Bir arkadaş itiraz etti:

- Ama hocam, bir hadiste Peygamberimizin, ”Çocuğu yedi yaşına kadar namaza alıştırın, on yaşında kılmadığı zaman dövün” dediğini duydum.

İtiraz eden arkadaşa daha önce Doğu vilayetlerimizin birinden, bir babadan, bana gelen elektronik mektuptan bahsettim. Mektupta baba on yaşından büyük iki çocuğu olduğunu, namazda tembellik ettiklerini, çoğu zaman kılmadıkları halde kıldıklarını söylediklerini yazıyor, “On yaşında kılmazlarsa dövün” hadisini naklediyor ve dayağın şeklinin ne olacağını bana soruyordu.

Bunun üzerine cevap vermeden önce hadisi değişik kaynaklardan araştırdım. Hadis hocalarına sordum. Bir hocamız, gönderdiği cevapta hadis usulünde Peygamberimizin yaşayışının da hadis sayıldığını, rivayetle gelen bir hadisten şüphe edildiğinde, Efendimizin yaşayışına ve bu konudaki uygulamasına bakıldığını, hiçbir kaynakta Efendimizin çocuklarına ve torunlarına namaz konusunda dayağa başvurduğuna dair bir kayıt bulunmadığını söyledi. Hocamız ayrıca cevabında hadis âlimlerinden Dihlevî’nin ve Beyhakî’nin Hz. Ömer’den nakledilen, “Küçüğün iyilikleri yazılır, seyyiatı yazılmaz” (İbn Abdileber, et-Temhid, I/106) ve Hz. Ali’den nakledilen "Kalem üç kimseden kaldırılmıştır. Küçük buluğa erinceye kadar, uyuyan uyanıncaya kadar ve mecnun iyileşinceye kadar" (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I/116) hadisleri delil göstererek dayakla ilgili hadisin mensuh (geçersiz) olduğu yönünde görüş bildirdiklerini yazmıştı.(Münavî, Feyzu'l-Kadir, IV/327) 






Çocuk ve namaz eğitimi
İkrime FIRAT


İkrime FIRAT

İlk namaz arkadaşlarım annem ve babamdı. Onlar namaz kılarken biz de yanlarına geçer, onları taklit ederdik. Namaza alışmada aile büyüklerinin örneklik etmesi çok önemli.
Çocuklar bir şeyi öğrenirken büyüklerini model alarak öğrenir. Siz namaz kılarken çocuğunuzun yanınıza gelmesine müsaade edin. Sabırlı davranın, onu sizden uzaklaştırmayın. Yanınıza gelip aynı hareketleri yapmasını teşvik edin. Ancak bunu yapması için onu zorlamayın.
Ezan okunduğunda televizyonun, radyonun ya da müzik aletinin sesini kısın. Bunu yaparken ezan okunuyor diye söyleyin. Eğer biliyorsanız seslice ezan duasını okuyun. Bu eylemleri yaparken çocuğunuzun neden böyle yaptığınızı anlamasını sağlayın. Buna yönelik cümleler kurun.
Yemeğe otururken içinizden değil, çocuğunuzun ve eşinizin duyacağı bir sesle besmele çekin. Sizi yaratanın adını yemekten önce neden andığınızı fırsat buldukça anlatın.
Çocuğunuza İslami davranışları öğretirken, "namaz kılarsan sana şunu alırım, bunu alırım" gibi vaatlerde bulunmayın. İleride namaz kılmayı pazarlık haline getirmesine izin vermeyin. Ama namaz kıldıktan sonra bazı jestler yapabilirsiniz. Onu namaz kılmaya da zorlamayın. Sadece teşvik edin.
Çocuğunuzu namaza teşvik ederken, İslami ve ahlaki bir davranışı çocuklarınıza aktarırken güler yüzlü olun. Çehrenizdeki mütebessim hava sizi ve söylediklerinizi tatlı hale getirecektir. Aktarmak istediğiniz güzel şeylerin kolayca anlaşılmasını sağlayacaktır.
Onu övün! "Benim kızıma bak ne güzel namaz kılıyor. Aslan oğlum Allah namazını kabul etsin." Gibi onların şevkini arttırıcı cümleler kurun. Unutmayın! Bazen yerinde övme, birçok maddi ödülden daha etkilidir. Siz onun doğru yaptığı şeyleri övdükçe davranışı hakkında ona geri bildirim sağlamış olursunuz. Çocuk yaptıklarının doğru olduğunu ancak sizin övmenizle anlayacaktır. Yaptığı iyi şeyleri övmekten korkmayın. Bunda ölçülü davranırsanız hiçbir zararı olmaz. Hatta sizinle daha kolay iletişim kurar.
Onun yanında sesli dualar edin. "Allah'ım bize böyle güzel namaz kılan çocuklar verdiğin için teşekkür ederiz. Allah'ım çok güzel ibadet ediyorlar, ibadetlerini kabul et, onları cennetine koy. Ahirette Peygamber efendimize komşu yap."
Hiçbir dua karşılıksız kalmaz. Dahası dua sesli bir eğitim aracı olabilir. Çocuk anne ve babasının kendini önemsediğini hissedecektir. Onların izinde olacaktır.
Çocuk aileye tutulmuş bir aynadır. Öncelikle anne ve baba kendi İslami yaşam kalitesini arttırmalıdır. Daha sonra o güzel yaşam berrak aynada kendini gösterecektir.




Cennet’e nasıl gidilir?
Kur’ân-ı Kerîm’in ifadesi ile “Firdevs Cennetlerine varis olacak mirasçılar” kimlerdir?
Müminûn Sûresinin ilk on âyeti bu sorunun cevabını verir. Bir başka ifade ile Cennet’e varis olmak isteyenlerin hangi özellikleri taşımaları gerektiğini ve hangi amelleri yapmaları gerektiğini sıralar.
“Müminler muhakkak kurtuluşa ermişlerdir; onlar namazlarında hûşû içindedirler.” (Müminûn 1-2)
Bu iki âyet-i kerime; kurtuluşun ilk iki şartını açıkça ortaya koyar:
Îman
Huşûlu namaz!
Sonraki âyetlerde diğer şartlar sıralanır: “boş işlerden yüz çevirme, zekâtı verme, iffeti koruma…”
9. âyette, yine devamlı ve düzenli namaz şartı eklenir: “Onlar ki, namazlarını muhafaza ederler.”
İşte bu amelî şartları hakkıyla yerine getirenleri Rabbimiz “Cennet’in varisleri” olarak müjdeler:
“İşte onlar, temelli kalacakları Firdevs cennetine varis olanlardır.” (Müminûn 10-11)
Peygamber Efendimizin (s) “Namaz Cennet’in anahtarıdır” hadis-i şerifi de bu hakikati özetler.
Nitekim, Tirmizi ve Ahmed b.Hanbel’in rivayet ettiklerine göre, Hz. Ömer şöyle der:
“Bu sûre indiğinde ben de Hz. Peygamber’in (s) yanında idim ve onun durumunu gözlüyordum. Vahiy hali bittiğinde Hz. Peygamber (s) şöyle buyurdular:
“Şimdi bana on âyet geldi ki, onlara uyan kesinlikle Cennet’e girecektir.”
Sonra da sûrenin başlangıç âyetlerini okudular.”
İşte sevgili Ahmet Bulut kardeşim, bu âyetlerden yola çıkarak yeni yazdığı kitabına şu ismi verdi:
“Cennete Götüren Namaz”!
Kendisini “namaz davasına” adayan, Namaz Gönüllüleri Platformu’nu birlikte kurup, yedi senedir “Namazla Diriliş Seferberliği” için birlikte yollara düştüğümüz Ahmet Bulut kardeşimi tebrik ediyor; bu güzel eserin, insanımızı namazla buluşturma ve onlara “namaz bilinci” kazandırma çalışmalarına yeni bir ivme kazandırmasını ve önemli katkılar sağlamasını Cenâb-ı Hak’tan niyaz ediyorum.
Ahmet Bulut’un Cennete Götüren Namaz eserinin arka kapağında kitap şöyle tanıtılıyor:
“Namaz, gözümün nuru” buyuruyor Sevgili Peygamberimiz(s)… O kadar gözünün nuruydu ki, Rasûlüllah (s) sevindiğinde Rabbinin huzuruna koştuğu gibi, üzüldüğünde de yine O’nun dergâhına yüz sürüyordu. Dünya tüm ağırlığıyla omuzlarına çöktüğünde medet bulmak için namazla Rabbine yakarırken, muvaffakiyetler karşısındaki şükrünü ifade için yine mübarek başını secdeye koyuyordu…
Ümmeti olarak bizim de “can”lanmamızın yolu, huşu ile kılacağımız namazlardan geçiyor. 
Bu temel ihtiyacın farkına varan İlahiyatçı yazar Ahmet Bulut, “Cennete Götüren Namaz” kitabını namazın ruhuyla hayatlanmak ve hayatlandırmak için kaleme aldı.
Ta ki namazla hayatlanan ruhlar cennete layık bir hâl alsın…”
Sevgili Ahmet Bulut, “Cennete Götüren Namaz” kitabını adeta şu sözleriyle özetlemiş:
“Namaz ilk emredilen ameli farzdır. Yani imanın, tevhid inancının aksiyonudur. Namaz, imanın hayata yansıyan yönüdür. İkinci olarak Kur’an-ı Kerim’de en çok tekrarlanan emirdir. Üçüncü olarak Rasulüllah’ın savaşta bile kılınmasını emrettiği ve terk etmediği bir ibadettir.
“Bizi cennete götürecek olan namaz nasıldır? Bunun ilk şartı iman etmek yani sağlam bir imandır. İkincisi namazı huşu içinde kılmaktır. Namazı huşu içinde kılmak için önce iyi bir taharet, kirlerden arınmak, abdestin sağlam olması ve en önemli şartı olan bedeni helâl ile beslemektir. Sadece boğazımızdan geçen yiyecekler değil kazancımız da helal olmalı. Eğer kaçak elektrik kullanıyorsan, tüyü bitmemiş yetimin hakkını yiyorsun demektir. İşverensen, işçinin hakkını gözetmiyor, emeğini sömürüyorsan bununla mal yığıyorsan bu haramlarla yaptığın hiçbir ibadet makbul olmaz. Dosdoğru namazın bir şartı da, namazda Rabbimizle konuştuğumuzun bilincinde olmaktır…”
En iyisi mi, siz bu kısa özetlerle yetinmeyin; “Cennete Götüren Namaz” kitabını alın ve okuyun!
Rabbimiz cümlemize, bizleri Cennet’e taşıyacak huşû dolu namazlar nasip etsin. Ve Rabbimiz, namazlarımızı; 10 Muharrem’de şehid edilen Hz. Hüseyin ve Ehli Beyt’in namazları gibi eylesin.
Rabbimiz, Aşura oruçlarımızı da Ümmet-i Muhammed’in kurtuluşuna vesile kılsın. Âmin! Âmin!



Sabır ve Namaz (Muhammed Emin YILDIRIM)

Ne zaman bir musibet ve bela ile karşı karşıya kalsam, bir mekanda; tek başıma seslice ve defalarca Bakara Sûresinin 152 ile 157. ayetlerini okur, Vahyin ecza dolabından derdime derman ararım. Hiçbir söz ve hiçbir metin, bu ayetler kadar bende; böyle durumlarda tesir oluşturmuyor, yüreğime sükunet vermiyor. İlahî kelamın akılları ikna eden, gönülleri ise tatmin edip; itminana kavuşturan özelliğinin sayesinde, en zorlu zamanlarda Vahiy imdadımıza yetişerek bizlere dert ortağı, sırdaş ve yoldaş oluyor. Çünkü Kur’an; derdi veren otoritenin sunduğu ilahî reçetelerdir. Bizlere düşen ise bu reçeteleri doğru tahlil ve tatbik ederek, hastalıklarımızı tedavi etmektir.
Bahsettiğim ayetlerin hepsini burada tahlil edecek değilim, sadece 152 ve 153. ayetler üzerine birkaç tespit yapmaya çalışacağım. Ancak bu tespite geçmeden, musibet ve belanın nasıl anlaşılması gerektiğini, Sahabe nesli ile bizlerin algılayışlarındaki en temel farkı anlatacak bir örnek vermek istiyorum: Hz. Ömer döneminde sahabi hanımlarından birinin çocuğunun, başına bir kaza gelir ve yaralanır. Biri; vâ müsibeta / vay başımıza gelen musibet diye haykırarak sahabi hanıma bu olayı haber vermek ister. Heyecanla hanımın yanına varan bu insanı teskin etmek, yine Hz.Peygamber’in terbiyesinde yetişmiş hanım sahabiye düşer; ve sorar: “Ne oldu? Ne bu hal? Neymiş bu büyük musibet? Düşmanlar İslam topraklarına mı saldırdı?” Denilir ki: Hayır. “Müslümanların halifesi mi öldürüldü?” Denilir ki: Hayır. “İslamın mukaddesatları ayaklar altına mı alındı?” Denilir ki: Hayır. “O zaman ortada musibet adına bir şey yok demektir.”
İşte sahabenin dünyasında musibetin gerçek anlamı budur. Onlar Allah’tan kendi nefislerine gönderilen her türlü bela ve musibetin bir rahmet olduğu bilinci ile hareket ediyorlar ve ortalığı velveleye vermeyi akıllarından bile geçirmiyorlardı. Ama İslam’a ve onun mukaddesatlarına olan saldırıları en büyük musibet olarak görüyor, uykuları kaçıyor ve çözümü için her türlü imkanı seferber ediyorlardı. İslam’ın mukaddesatlarına olan saldırılara ise sahabe; iki eylem ile karşılık veriyorlardı. Neydi bunlar biliyor musunuz? Sabır ve Namaz
Bakara Sûresinin 152. ayetinde Allah; kullarından her an anılmayı, unutulmamayı ve verilen nimetlere karşı nankörlük değil, şükür istediğini; yani Allahlı bir hayat beklediğini söylemektedir. Allahlı bir hayat ise kolay değil, zordur. Ucuz değil, değerlidir. Bunun için Allahlı bir hayata talip olmak demek; her türlü sıkıntı, bela, hakaret ve cahillerin sataşmasına talip olmak demektir. Allahlı bir hayata talip olan bir Müslüman karşılaştığı her türlü bela ve musibet ile olumsuz söz ve davranışa karşı, sergileyeceği tavrı Kur’an işte şu ayet ile bizlere öğretmektedir: “Ey iman edenler! Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (2/153)
Ayette ifade edilen sabır asla miskinlik, çaresizlik ve zillete mahkum olmak olmadığı gibi, salat’ta sadece namaz değildir. Sabır; direnmektir, karşı koymaktır, o musibeti saadete çevirmenin yollarını aramaktır. Salat ise; namazdır, fiili ve kavli dualardır. Sabır ve Namaz; ilahî yardımın ulaşmasının şartıdır. O halde bir Müslüman, musibetlere karşı İslamî sorumluluğun gereği olarak sabır ve namaz ile Allah’tan yardım dilemelidir. Ama bu iki eylemde sadece söz ile slogandan öteye geçmeyen bazı söylemlerle ne yazık ki olmuyor, bu bir aşk işidir, bir sevdadır.
Şimdi hepimiz soralım nefislerimize; İslam’ın mukaddesatlarını korumak ve savunmak için ne kadar çaba gösteriyoruz? Dökülen mazlum ve mustazafların kanlarını televizyon ekranlarından seyrederken o anki ruh halimizi ne kadar muhafaza ediyor, zülme ve zalime olan nefretimizi ne kadar meşru zeminde koruyabiliyoruz? Gecenin siyah zülüflerinde ne kadar seccadelerimizi arkadaş ediniyor, gözyaşlarımız ile çağın ebabillerine dualar edebiliyoruz? Ona buna saldırmadan, ben ve benim sorumluluklarım deyip ne kadar nefislerimizi sorgulayabiliyoruz? Zamanı en kıymetli hazine bilip, benim boşa geçirecek tek saniyem yok deyip, ne kadar Allah yolunda ve sadece O’nun rızası için ter dökebiliyoruz?
Unutmayalım ki; her dava; uğruna ödenen bedellerle değer kazanır. İstediğimiz ve arzuladığımız şeyler uğruna yeterli oranda bedeller ödeyebildiğimiz takdirde Mescid-i Aksa’yı rüyamızda ağlarken değil, gülerken göreceğiz.



Namazı "satan" Alışveriş Merkezleri
Senai Demirci


Senai Demirci
Alışveriş merkezi değil aslında bunlar; kendi ifadeleriyle ve iddialarıyla "Yaşam Merkezi". Demek istiyorlar ki, "Bu kapıdan içeri girdiğinizde, yaşamanız için ne lazımsa bulacaksınız! Dışarı çıkmanıza,
sokaklarda vakit kaybetmenize gerek yok. Açsanız restorantımız var. Film seyretmek isterseniz sinemamız hazır. Oynamak isterseniz, hem çocuklarınız hem sizin için oyun salonları kurduk. Tuvalet ihtiyacınızı da görebilirsiniz. Ayakkabıdan tornavidaya, fotoğraf makinesinden kitaba her şeyi bizden alın; başka yere yorulmayın. Kahve bile içebilirsiniz, dilerseniz. Tıraş da olabilirsiniz." Tüm bu yaşama seçeneklerinin bir istisnası var ama... "Namaz kılacaksanız, dışarı!" Niye ki? "Dışarıda cami var, mescid var!" ukalalığı... İyi ama dışarıda da sinema var, dışarda da dükkanlar var demeye kalmıyor. Zaten namaz kıldığını söyleyemeyecek kadar eziğiz ya biz... Boynumuz bükük kabulleniyoruz şartları.
Bir koşu dışarı çıkıp aradan çıkarıyoruz namazımızı. AVM yöneticileri bildiklerini okusunlar. Dinimizin nasıl yorumlanacağına da karar versinler; bizim kıldığımız namazı bize öğretsinler. "Kaza edersiniz!" küstahlığı... Galiba en elem verici olanı da, meselâ Carrefoursa'da, mesela Capitol'de alışveriş yapan ve isimlerini az sonra öğreneceğiniz diğerlerine de milyonlarca TL kazandıran dindarların namazlarını zamanında ve namazın onuruna yaraşır bir mekanda kılmayı dert edinmemeleri, dahası belki de namaz kılmanın kendisini dert edinmemeleri...
Sanıyorum Capitol yönetimine yazdığım Kalite Yönetimi Şikayet Formu arşivlerde bir yerde duruyordur. Ama hallerinden memnunlar ki, müslümanlara meydan okurcasına kıl kadar dert edinmiyorlar mescit yokluğunu. Bir de ödül almışlar! Bravo! Galiba Carrefoursa'lar SA'larını ödünç aldıkları merhum Sakıp Ağanın dine ve dindarlara müsamahalı bakışından az da olsa ders almıyorlar. "Biz biliriz!" edasındalar... Ne diyelim biz şımarttık onları.
Hatta bunlardan biri var ki, sırf Başbakan'a açılışta mahcup olmamak için Maltepe şubesinde yaptırdıkları "açılış mescidi"ni Başbakan ayrılır ayrılmaz kapattı. Aymazlık! Terbiyesizlik!
Beni aşırı tepkisel bulursanız, işin başka bir boyutunu daha hatırlatayım. Dikkatinizden kaçmış olabilir. Bu AVM'lerin sadece müşterileri değil, çalışanları da var. Kimi yerde binlere ulaşan bu çalışanlar arasından çalışma saatleri içinde namaz kılmak isteyenleri de mağdur ediyor bu kendini bilmezler. Bana kalırsa, mescid konusundaki dirençlerinin önemli bir bileşeni, çalışanlarını namaz kılmaktan caydırmak...
İnanmayacaksınız ama, benim gençliğimde, 70'li ve 80'li yıllarda, şehirlerarası otobüslerin mola verdiği tesislerin çoğunda da mescit olmazdı. Hatta utana sıkıla sorardık "mescit var mı?" diye. Onlar da olmaması gerekiyormuş edasında terslerdi bizi. Ama sonra n'oldu? Baktılar ki, müşteri gelmiyor mescit olmayınca, her yer mescidleniverdi. En azından, mescid bulundurmayı müşteri memnuniyetinin şartı olarak görmeye başladılar.
Yaşlılık işte; bir başka hatıra daha geldi aklıma. Çok değil, daha 90'lı yılların ortalarına doğru, İstanbul'dan Şile'ye kadar tek tek sorduğumuz halde alkolsüz lokanta bulamamıştık. Peki ya şimdi durum ne? "Alkolsüzdür" tabelasını özellikle öne çıkaran onlarca tesis! Demek ki namaz kılanların yaptırım gücü varmış..
Şimdi gücümüz şu kendini bilmez AVM'lere mi yetmiyor?
Ne diyeyim! Yuh! Sadece namaz gibi hayati bir ihtiyaca bigane kalan AVM'lere değil, namazını yaşam hakkı olarak görmeyen dindarlara da...
İşte size liste... Mümkünse uzak durun bu AVM'lerden... Yolunuzu gözlesinler. "Niye gelmiyor bunlar?" diye meraktan çatlasınlar. İlle de gidecekseniz, her gittiğinizde "mescidiniz nerede?" diye sorun. (Dikkat: "Mescidiniz var mı?" değil, "Mescidiniz nerede?" Yaşam Merkezi iddialarını ispatlamak istiyorlarsa, mescide, hem de en iyisinden mescide yer vermeleri zorunluluklarıdır.) Hatta sözde kalmasın, şikayet ve dilek formu isteyin ve doldurun. Hem sonra, başka AVM mi yok? Aşağıda da göreceğiniz gibi, mescidli AVM'lerin sayıca da kalitece de mescidsizlerden geri kalır yanı yok:
İşte mescidi olmayan Alışveriş Merkezleri:
AK Merkez Capitol AVM Carousel AVM Kanyon AVM Carrefour Haramidere Carrefoursa Maltepe Carrefoursa Ümraniye Carrefoursa Bayrampaşa Carrefoursa İçerenköy Prestige Mall AVM World Atlantis Atrium AVM Migros AVM Beylikdüzü Capacity AVM Beş Yıldız AVM Sunway AVM Verde Molino AVM Doğuş Power Center Başak Park AVM MKM AVM Kemermall Kule Çarşı Mayadrom Akadlar AVM Colony Outlet Ömür Plaza AVM Yayla'da Süreyyapaşa Kuyumcukent Bazaar AVM Mesa Studio Plaza AVM Espri Outlet Center Bomonti Park
Şükür ki, memleketimizde her şey birilerinin sandığı gibi değil. Tebrikle ve teşekkürle bildirmem gerek ki, namazın hakkını ve müslümanın onurunu incitmeden çok güzel mescidler tasarlamış AVM'lerimiz var. Demek istenirse oluyormuş...
Bunlar da mescidli AVM'ler:
İstinye Park 1. kat Tepe Nautilist AVM 2. kat Hayatpark AVM 1. kat İstanbul Outlet Park 1. kat Kale Center AVM 1. kat Deposite Outlet Merkezi 1. kat Atırus AVM 2. kat Cevahir AVM 2. kat Palladium Rezidans ve AVM 3. kat Optimum Outlet AVM 3. kat Airport AVM 3. kat ve 4. kat Metrocity 4. kat Astoria AVM 4. kat City's Nişantaşı 5. kat Metroport AVM Bodrum 3. kat Pendik Park Outlet Center Her katta Akvaryum AVM Her katta Kadir Has Çocuk Dünyası Otopark hizasında Historia AVM Otopark hizasında Profilo AVM Zemin Via Port Outlet Zemin Maxi Center Silivri Zemin Silivri AVM Zeminde dar yer Aymerkez Olivium Outlet Center
Fox City Real Beylikdüzü (bütün ihtiyaçlara yönelik bir mescidi var) M1 Meydan AVM Armonipark Outlet Center Flynn AVM 1. kat Beylicium AVM 2. kat Town Center 3. kat Paradise AVM Bodrum 2




İlk Namaz
Ömer Seyfettin

Oh, bu sabah ne kadar soğuktu, yatağımın hararetlerini terk ettiğim vakit, çılgın fırtınalarla haykırarak, tehditkâr rüzgarlarla camları döverek,  geçen gecenin bütün bürûdetini massetmiş olan soğuk terliklere çıplak ayaklarımı sokunca, içimde bakıyye-i leyl bir üşümenin titrediğini hissettim. Hizmetçim tabi ki uyuyordu, onu bu yakıcı soğukta sıcak yatağından kaldırmaya acırdım. Odamın kapısını açtım. Dışarıda kesici ve parçalayıcı kışın, müfteris soğukları yüzümü ve ellerimi tokatladılar. Bu merhametsiz tokatların altında kollarımı sıvadım. Abdestimi aldım. Odama dönünce yalancı bir sıcaklık, bir nefes-i teselli gibi, havlunun altından kollarıma, yüzüme, ıslanmış saçlarıma temas ediyordu. Daha fecr-i sâdık uyanmamıştı. Fecr-i kâzibin donuk, kırmızı sükûneti gecenin serâdik-i zalâm-ı bâridini parçalayarak büyüyor ve genişliyordu. Pencereye dayandım. Önümde, zîr-i pâyimdeki bütün evler, ebedî bir uykunun uyanılmaz kabuslarını itmâm ediyor gibi câmid ve bî-hayat duruyorlardı. Deniz, nâmahdut bir incimâd-ı laciverdi ile uyuyor ve fecrin zâil gölgeleriyle titreyen uzak ve sisli sahillere beyaz dalgalarıyla nihayetsiz bir hatt-ı fasıl çiziyordu.
Evlerin arasında fakir ve nâçiz, fakat bir azamet-i maneviye ile semaya doğru yükselen Eski Cami'in küçük ve ihtiyar minaresi daha boştu. Sonra... Bu dakika-i ezeliyette, bütün o intihâ-i leyâl sincâbî zulmetler, mâî bir şeffafiyet-i sürh gibi takattur ederken, minarenin şerefesinde genç müezzin zıll-ı zâifi hareket etti. Ben hırkama bütün bütün büründüm. Soğuktan büzülmüş ve mütefekkir, bu kainat-ı melul ve esmere karşı unutulmaz bir hitab-ı ulûhiyetin hâtırası gibi derinden akis ve ruhumu lerze-rîz-i haşyet eden ezanı dinlerken, onbeş senedir kalkabildiğim bu büyük ve meşbû-ı ruhaniyet sabahların birincisini düşünüyordum. Ah, onbeş sene evvel...
Şimdi muhit-i tesellisinden ne kadar uzak bulunduğum annem, dünyada en sevdiğim, dünyada yegâne prestiş ettiğim bu vücud-ı muhterem, işte derhatır ediyorum, onbeş sene evvel beni ilk sabah namazına kaldırmış idi. Galiba yine böyle bir kıştı. Onun odasına bitişik olan küçük odamdaki küçük karyolamda uyurken bir buse-i esir u hâr gibi alnımı okşayan nazik eliyle, nazik ince parmaklarıyla saçlarımı tarayarak:
- Haydi, Ömerciğim kalk, demişti, kalk, haydi yavrucuğum.
Ben gözlerimi açmıştım. Köşedeki küçük yazıhanemin üzerindeki yanan küçük gece kandili
-An, bunu unutamam, bu bir kedi kafası idi
- iki pencereli olan odamın beyaz, muşamba perdelerinin esmerliklerini aydınlatıyor ve yeşil camdan gözleriyle bakıyordu.
- Fakat anneciğim, demiştim, daha gece...
Her vakit öptüğü yerden, sol kaşımın ucundan tekrar öperek:
- Yok yavrucuğum, saat oniki, sonra vakit geçer...
Diye koltuklarımdan tutarak kaldırdı. İçi fanilalı küçük terliklerimi giyerek ve gözlerimi yumruklarımla uğuşturarak onu takip ettim. Karanlık sofadan bir lahzada geçerek odasına girdik. Bağdaş kurmuş bir zenciye benzeyen siyah ve alçak soba gürüldeyerek yanıyordu.
- Aa... Pervin de kalkmış...
Pervin -hizmetçimizdi- elindeki sarı güğümü sobanın üzerinden indiriyordu. Onun kalkacağına hiç ihtimal veremezdim. Annem demişti ki:
- Pervin her sabah kalkar.
Ben hiç kalkmadığım halde onun her sabah kalkmasına taaccüp ettim. Hırkamı çıkardılar, kollarımı sıvadılar, abdest leğeninin yanına çömeldim. Anneciğim:
- Öyle yorulursun.
Diye küçük bir iskemleyi altıma koydu, ona oturdum:
- Haydi, besmele çek!..
Pervin ılık suyu ellerime döküyor, annem başucumda.
- Yüzünü... Kollarını, yine üç defa...
Diye fısıldıyor, unuttukça:
- Aa, hani başına mesh?
Gibi ihtarlarla yanlışlarımı bana tekrar ettiriyordu. Abdest bitince annemle beraber yavaş bir sesle namaz dualarını okuyarak kollarımı ve yüzümü kuruladık, Pervin de ayaklarımı kuruladı. Ve çoraplarımı giydirdi. Isınmak için sobanın önüne gitmiştim. Arkama dönünce, annemi, arakiye seccadeyi açıyor gördüm... Sonra başına yeşil başörtüsünü örterek beni çağırmıştı:
- Gel...
Gittim. Küçücük ben, onunla bir seccadede, bir yavru samimiyet ve saadetiyle o muazzez, hassas anne vücudunun yanında durdum. İki lakırdı ile, bana, yapacağımı, evvelden öğrettiklerini tekrar etti:
- İki rekât sünnet... Gece öğrendiklerini zammet, unutmadın ya?
- Hayır...
- Haydi...
O, iftitah tekbirini ellerini omuzlarına kaldırarak kadın gibi yaparken, ben de gayr-i ihtiyarî onu taklit etmiştim. Sünneti bitirdikten sonra, bana, gözlerinin nûşin ve nafiz bir tebessümü ile gülerek:
- Yavrum, demişti, sen kadın mısın? Kadınlar öyle başlar, sen erkeksin, ellerini kulaklarına götüreceksin.
Ve hararetli elleriyle benim küçük ellerimi kulaklarıma kaldırarak:
- İşte böyle...
Diyerek erkek iftitahını öğretti. Ben de tekbiri öyle alıp annemden farkımı, niçin erkek olduğumu, erkekliğin ne olduğunu, erkek olmanın yalnız küçük kızları dövmek ve onlara hâkim olmaktan başka da farkları olacağını düşünerek namazı bitirdim.
Duâ ederken sordum ki:
- Nasıl duâ edeceğim anne?
O duâ ediyor ve dudakları hareket ettikçe başörtüsü de ihtizâz eder gibi oluyordu. Başını salladı, duâsını bitirdikten sonra, daha hâlâ hatırımda:
- Evvela İslam olduğum için ey cenâb-ı vâcibül-vücut hazretleri sana hamd ederim, de... Sonra vatanımızın düşmanlarını perişan etmeni senden istirham ederim, de... Sonra da bütün eziyet çeken, hasta olan, felakette bulunan, fakir olan Müslümanların selamet ve sıhhatlerini senden temenni ederim, de... Kendin için, kendi iyi olman ve şeytanın yalanlarına aldanmaman için dua et!
Demişti. Ben bu basit ve Türkçe duâyı, annemin dolabındaki birbiri üstüne duran ve karıştırmalığım "duâ kitaplarıdır, sakın ilişme!" ihtarı ile daima men olunan, yıpranmış, Arapça, ve esreli üstünlü kitapları derhatır ederek içimden söyledim, fâtiha...
Annem seccadeyi toplayarak bana uyuyup uyumayacağımı sordu, uykum var mıydı? Bunu bilmiyordum... Cevap vermedim.
- Haydi, öyleyse, git kitabını getir, dersini dinleyelim.
- Peki.
Artık esmer ve duman gibi bir aydınlıkla tenevvür eden sofadan hızla geçtim. Odamın perdeleri biraz beyazlaşmış, küçük gece kandilinin yeşil gözleri sönerek siyah iki nokta gibi kalmış; sanki, geceleri kendisine bakarak uyuduğum bu kedi kafası ölmüş, terk-i hayat etmişti. Yazıhanemin üstünde açık duran kitabımı kaptım, annemin yanına koştum, hiç yanlışım çıkmadı. Annem geceleri derdi ki:
- Yatmazdan evvel dersini üç defa oku, yavrum, uyurken melâikeler sana onu öğretir.
O melâikeler bu gece de, uykumda bana dersimi öğretmişlerdi. Annem müşfik aferinlerle saçlarımı okşadı. Ve:
- Daha mektebe çok vakit var.
Diye beni kendi yatağına yatırdı. Uykum yoktu, anneme bakıyordum. Yeşil baş örtüsü başında, bu zulmet-i münevvere içinde, bir hayal gibi hareket ederek Kur'an'ını aldı ve pencerenin kenarına, geniş sedire oturarak mühtez ve rakik sesi ile tilâvete başladı. Ruhumda bir aks-i enîn-i şiir âlûd bırakan bu güzel sesi dinleyerek... Büyük, yeşil baş örtüsünün altında, tıpkı ölen bir hemşireme benzeyen güzel ve âsım çehresini görerek... Ve yavaş yavaş sallanan başının aheng-i hafif-i münâcâtını seyrederek dalıyordum. Perdelerin altından görülen dumanlı sema gittikçe aydınlanıyor, geç kalmış birkaç yıldız koyu lacivert bir atlasa düşmüş mâî ve nadide elmaslar gibi parlıyor, vâpesîn-i mâî neşrederek parlıyorlardı. Annemi bir meleğe benzetiyordum. Bu tahayyülle melâikeleri düşünerek... Kur'an okuyan annemin şimdi etrafına toplanmaları gereken melâikeleri müşahede ediyorum zannederek dalıyordum. Yüzümün üstünde, ahirette güller bitecek ve cehenneme girecek olursam katiyyen yanmayacak olan sol kaşımın ucunda tatlı bir ürperme duyuyor, sonra annemin münevver bir zambak aydınlığıyla parlayan dudaklarının kımıldamasına bakarak.... O görülemeyen melâike kanatlarının saçlarıma, annemin şimdi Kur'an tutan ince parmaklarıyla okşadığı sarı ve çok saçlarıma dokunduklarını hisseder gibi oluyor ve dalıyordum.
Ah, onbeş sene evvelki sabâvet ve şimdiki ben... Tatsız, neşvesiz, muhabbetsiz, aşksız ve heyecansız, her şeysiz, boş bir hiçten daha boş geçen hayat-ı serâyı taabâlûd... Şimdi mülevves emelleriyle, hırslarla, hakikatte kıymetsiz olan baîdül-vusul arzularla, hâsılı bütün bunların bir icmal-i mebhûtu olan o sebepsiz ve tahammülsüz bîkararlılıklarla mecruh olan ruhum, mecruh olan kalbim ve maneviyatım... Şimdi, daha bu gece görülmüş gibi, onbeş saniye evvel görülmüş ruhanî ve bir rüyayı kıymetdar gibi saadetleri unutulamayan ve zaten velveleli ve hüsranhîz bir rüya olan bu ömr-i fâni içinde yalnız kabus olmayan sabâvet ve hâtıratı... Şimdi düşünüyorum ki, hayatta bu muztar ve şefkatsiz mâzilerin güzâriş-i âdeminden mütehassıl ne garip bir hiçlik, ne zevalperver ve pür hayal bir beyhudelik, ne müphem, ne esrar âlûd bir sürat var!

Dinin Direği Namaz
Prof. Dr. Ömer Çelik


Prof. Dr. Ömer Çelik
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tefsir BölümüÖğretim Üyesi ve Kırgızistan Oş Devlet Üniversitesi Araşan Sosyal Bilimler Enstitüsü Teoloji Fakültesi Dekanı.
Yaratılıştan maksat kulluk, kulluğun gerçekleştiği ve mühim ibadet namazdır. çünkü namaz, hem fiziki hem de içinde okunan dualar itibariyle mahlukatın her türlü ibadet tarzlarını ihtiva etmektedir. Mahlukatın bir kısmı daimi kıyamdadır; dağlar, ağaçlar gibi. Bir kısmı rukudadır; hayvanat gibi bir kısmı ise sanki secde halindedir; yeryüzü, ovalar gibi. Bütün yaratıklar kendi durumlarına göre hal diliyle yüce Allah'ı tesbih halindedir. işte namaz kılmakta oolan mü'min, bütün varlıkların ibadet ve zikirleriyle bütünleşerek Allah'ına kulluk etme imkanına kavuşmuş olmaktadır.
Rasulullah (s.a.v): " Allah Teala'nın insanlara farz kıldığı ibadetlerin en sevimlisi tevhidden sonra namazdır. Eğer o'nun katında namazdan daha faziletli bir ibadet olsaydı melekler onunla ibadet ederlerdi. Halbuki meleklerin kimisi kıyamda, kimisi rükuda, kimisi de secdededir " (İhya I. 146) buyurarak namazın niçin en faziletli ibadet olduğunu açıklamıştır.
Hakkı verilerek ve Allah'tan huşu duyarak eda edilen namaz, insanın maddi ve manevi pek mühim tesirler meydana getirir. şunu bilmeli ki; namaz rızkı artırıcı, sağlığı koruyucu, hastaları ayağa kaldırıcı, kalbe kuvvet yüze güzellik ve parlakılık vericidir. Namaz mü'minin ruhunu ferahlatır, azalara enerji ve hareketlilik kazandırır, tembelliği giderir, göğsün genişlemesine ve huzur duymasına sebep olur. Ruha gıda verir, kalbe ışık verip aydınlatır.
Namaz insanı şeytandan uzaklaştırır. Allaha yaklaştırır. Yüce rabbimiz bize " Secde et ve yaklaş" (Alak suresi, Ayet 19) buyurur. Demekki Allah'a yaklaşmanın en iyi yolu secde etmektir.
Hasılı namazın insan ruh ve beden sağlığını elde edilip korunmasında, buna dayalı olarak dünya ve ahiret tehlikelerinden uzak kalıp bu iki dünyanın faydalarını kazanmada büyük bir rolü bulunmaktadır. Bu hususu en iyi bir şekilde şu ayet-i kerime izah etmektedir: " Habibim! Sana vahyedilen kitabı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki namaz, hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı anmak ibadetlerin en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir" (Ankebut suresi, 45.Ayet).
Bu ayet-i kerimede hakkı verilerek kılınan namazın ruhu ulvileştireceği ve mutlaka kötülüklerden alıkoyacağı belirtilmektedir. Bunun yanısıra iyiliğe sevketmeyenle kötülüklerden alıkoymayan namazın ise pek makbul olmadığı dile getirilmektedir ki böyleleri için Maun suresi 4 ve 5. ayetlerde "yazıklar olsun tehtidi" bulunmaktadır.
Yüce rabbimiz, kurtuluşa erişebilmemiz için namazlarımızı huşu ile kılmamızı istemektedir. Şah-ı Nakşibendi denamzda huşu elde etmek için şu dört şartın yerine getirilmesi gerektiğini söyler:
1 - Helal lokma
2 - Allah'ın huzuruna çıkacağı şuuruyla abdesti dikkatlice almak.
3 - İftitah tekbiri getirirken Allaah'ın huzurunda olduğunu hissetmek.
4 - Namaz dışında da namazdaymış gibi hareket etmeye çalışmak.
Bu şekilde namaz kılıp huşuya ermek ve hakiki secde ederek rabbimize yaklaşmak dileğiyle...



Namaz markalı hayatlar
M. Lütfi ARSLAN



M. Lütfi Arslan

Mehmet Lütfi Arslan ALTINOLUK'un üç aylık gençlik eki Söz Ola'nın ve ALTINOLUK English'in editörü. Marmara İngilizce İşletme mezunu.
İnsan kaynakları yüksek lisansı yapmış. 2000-2002 yılları arasında ABD'de bulunmuş. Burada Georgetown Üniversitesi'nde İletişim, Kültür ve Teknoloji dalında bir yüksek lisans daha bitirmiş. Halen iktisat doktorası devam ediyor. Okuyor, düşünüyor ve yazmaya çalışıyor. Önce kendi nefsine, sonra ulaşabildiklerine sabırla okumayı, düşünmeyi ve yazmayı tavsiye ediyor. Çünkü düştüğümüz yerin burası olduğunu düşünüyor. Lütfi Arslan 'la namaz üzerine konuştuk.
"Namazlı bir hayat, namazsız bir hayata göre çok farklıdır. Namazlı bir hayat, tutup hayatı, hayatın Sahibi'ne teslim etmek demektir. Hayatı, Sahibi'ne teslim etmiş birisinin hayatında hiç ummadığı bereketler, çıkışlar, açılımlar ve fütuhat olur. Namaz markalı hayatlar, ebediyen pörsümeyecek hayatlardır. "
Namaz Zamanı - İlk namaz arkadaşınız kimdi? İlk defa kiminle birlikte namaz kıldınız?
M. Lütfi Arslan - İlk namaz arkadaşlarım, aheste aheste abdest alışlarını büyük bir zevkle izlediğim, muhabbetlerine fark ettirmeden kulak kabarttığım mahallemizin yaşlı amcalarıydı. Birkaçından çekinirdim, azar da işittiğim olmuştu; ama çoğunluğu benim gibi bir bacaksızı aralarında görmekten memnun olduklarını hissettirirlerdi. Ben de belki böyle kocaman, saçı sakalı ağarmış pir-i fanilerle belirli bir disiplin içerisinde aynı hareketleri yapıyor olmanın imtiyazı ile camiye seve seve giderdim. Onlar gibi tesbih, takke taşır, onlarla avluda oturur, onlar gibi "ağır" takılmaya çalışırdım. Namaz kılışımı onlara benzetmeye çalışırdım. İlk namazlarımdan bu yaşlı amcaları ve adını o zamanlar henüz koyamadığım -şimdilerde ise ruhaniyet diye adlandırdığım- o tarif edilmez haletin her tarafımı sarıp sarmalamasının verdiği dinginlik ve huzur halini hatırlıyorum. Hamdolsun.
Namaz Zamanı - Namaz yedi yaşında emredilmiş bir ibadet; diğer ibadetler ise daha büyük yaşlarda emredilmişler. Bu farkın nedeni nedir? Bizi aydınlatabilir misiniz?
M. Lütfi Arslan - Doğrusu bunu cevaplayabilecek ilmi kudrete haiz değilim. Bunu söylerken bu konuda düşüncelerim yok demiyorum. Namaz hepimize emredilmiş en mühim ibadet. Hepimiz namaz kılmak zorundayız. Dolayısıyla hepimizin namaz hakkındaki söyleyecek bir şeyleri vardır. Benim de var. Diğer türlü bu mülakatı kabul edebilecek cüreti gösteremezdim. Bunu söyledikten sonra sorunuzla ilgili "düşüncemi" ifade edeyim.
Namaz, başta Kur'an olmak üzere, zikir, tesbihat, temizlik, sosyal ilişkiler, disiplin, tertip, zaman yönetimi gibi hemen şu an aklıma gelen birçok yönü olan câmî bir ibadet. Dahası diğer ibadetler içerisinde en sık ifa edileni. Haccı ömürde bir kez yapsanız oluyor. Zekatı senede bir kez veriyorsunuz. Orucu, hakeza, senede bir ay tutuyorsunuz. Ama namazla günde beş defa buluşmak zorundasınız. Başka bir nokta daha var. Bahsettiğim ibadetlerin hepsinde belli kayıtlar var. Nisaba malik olmak, güçlü, kuvvetli olmak vb. Ama namaza gelince ima ile bile olsa kılmamız isteniyor. Hani göz kapaklarınızı kaldırıp indirmeye mecaliniz olsa denir ya; bu halde bile göz kapakları ile namaz kılmak gerekiyor. Zannediyorum bu namaza özel bir önem atfetmemiz gerektiğini gösteriyor. Namaz ibadetler içinde belki diğerleri ile kıyaslanamayacak derecede önemli bir ibadet. Hatta şunu söylesek mübalağa olmaz herhalde: Rabbimiz bizleri namaz kılmamız için yaratmış. Namaz, yaratılışın gayesi olan ibadetin özü. Bu yüzden gözümüzü açıp etrafımızı algılamaya başladığımız ilk andan itibaren namaza muhatabız. Muhtemelen bu yüzden namaz küçük yaşlarda emrediliyor.
Namaz Zamanı - Yaratıcı insanı günde beş defa huzuruna çağırıyor. Hakkın karşısına bu kadar sık çağırılmanın hikmeti nedir?
M. Lütfi Arslan - Bu insan olmamızla ilgili bir durum. Biliyorsunuz insan kelimesinin üns, yakınlık ve unutma olmak üzere iki anlamı var. İçimize ilham edilmiş fücur ve takva gibi, çift yaratılmış her şey gibi, bu da bize ait "çift gerçekliklerin" en yalınlarından birisi. İmtihan da hangi tarafa meyledeceğimizle ilgili. Hangi tarafa meyledersek meyledelim, sonuçta sık sık çağırılmamız gerekiyor. Ünsiyet ehli iseniz, görmek, görülmek, hep yakında tutulmak istersiniz. Unutanlardan iseniz yine sık sık çağırılmanız gerekir ki hatırlayasınız.
Namaz Zamanı - Kuran'ı Kerim'de 32 yerde namaz kelimesi geçiyor. Bunlardan 28 yerde zekât ile birlikte zikredilmiş. Sanki bu durum Allah ile kul arasındaki ibadetin dışında namaz ve zekâtın toplumsal açıdan bir görev ifa ettiği düşüncesini akla getiriyor. Ne dersiniz?
M. Lütfi Arslan - Namazın namaz içi ve namaz dışı olmak üzere iki boyutu var. "Onlar ki namazlarında devamlıdırlar" ayet-i kerimesini sadece namaza devam etmek olarak değil, namaz halini namaz dışında da devam ettirmek şeklinde anlıyorum. Bu anlamda namaz kendine ait disiplini, tertibi, zamanlaması vd. ile hayatı da tanzim eden/etmesi gereken bir ibadet. Cami ve cemaat boyutu zaten malum. Cuma da öyle. Benim kastettiğim namaz eksenli bir hayatın kendine ait, asla başka bir hayata benzemeyecek bir dinamiğe sahip olacak olmasıdır. Namazlı bir hayat, namazsız bir hayata göre çok farklıdır. Namazlı bir hayat, tutup hayatı, hayatın Sahibi'ne teslim etmek demektir. Hayatı, Sahibi'ne teslim etmiş birisinin hayatında hiç ummadığı bereketler, çıkışlar, açılımlar ve fütuhat olur. Namaz markalı hayatlar, ebediyen pörsümeyecek hayatlardır.
Namaz Zamanı - Bir dönem Amerika'da da bulundunuz. Hiç tanımadığınız topraklarda ezan sesini işitince neler hissettiniz?
M. Lütfi Arslan - Doğrusu o topraklarda ezan sesini işitebilmeyi çok isterdim. Biliyorsunuz orada dışarıda ezan okunmuyor. Michigan'da Arapların çoğunlukta olduğu bir köyde bu müsaade verilmiş diye duymuştum ama oradaki 1200'den fazla camide maalesef ezan hala içeride okunuyor. Sizin de hissiyatınız içeride şekilleniyor. Hepsi geldikleri memleketin hasreti içinde ama bir taraftan bulundukları yerlerde var olma kavgası veren kardeşlerimizle kılınan namazları unutmak mümkün değil. Namaz iklimi bizim var olduğumuz, şekillendiğimiz, dönüştüğümüz bir ortam. Bunun belki daha güzelinden bahsedebiliriz ama daha az güzeli yok. Her taraf mescit, nereye dönersek O'nun vechi ile karşı karşıyayız.
Namaz Zamanı - Biraz özel olacak belki, kıldığınız en güzel namazı okuyucularımızla paylaşabilir misiniz?
M. Lütfi Arslan - "Kıldığım en güzel namaz" ifadesini "kılacağım en güzel namaz" diye tashih ediyorum. Ben hep o namazın hasreti ile "Allahu Ekber" diyorum zaten.


Mevlana'dan beş vakte beş yazı
Mevlana Celaleddin Rumi

Sabah Namazı;
Vakit seher? Zamanın rahmine sabahın nutfesi düştü az önce. Gün doğuyor yine ve yeniden. 
Şimdi hatırla ki, sen de bir zamanlar yokluğun karanlığında yitiktin. Kimsenin adını bilmediği, hatırını saymadığı bir yetimdin. Hatırla ki, Rab bin seni yokluğun gecesinden varlık ufkuna eriştirdi. Unutulmuşluğun gecesinde bırakmadı seni. Rab bin seni sahipsiz de bırakmadı.
Şimdi seher vakti. Sıyrıl gafletin gecesinden. Sehere aç gözlerini. Rab bine aç kalbini. Uyan. Uyan ve an seni hiç unutmayan Rabbin'i. Herkes unutsa bile seni unutmayan Rab bini herkesin O'nu unuttuğu anda an! Kalk! Kalk ve miracına eşlik et En Sevgilinin [asm].
Şimdi sabah namazı vakti...
Öğle Namazı;
Vakit öğle... Güneş göğün en yüksek noktasında. Tıpkı gençliğin gibi. Şimdi gün de bir delikanlı. Heyecanlı ve telaşlı... Sanki hiç bitmeyecekmiş gibi, hiç akşam olmayacakmış gibi... Oysa güneş şimdi batmaya başladı. Zirveye erişen herkes gibi o da alçalmaya başladı. Akşama akıyor ışıklar artık. Bil ki gün akşamlıdır; bil ki yazın sonu hazandır.
Vakit öğle... O kadar gürültü var ki ortalıkta. Kalbinin sesini duyamıyorsun bile. Ruhunun sonsuza uzanan emellerine kör olmak üzeresin. Telaşların arasından sıyrıl, yer ayır ruhuna. Kalbini sonsuzluğa bitiştir. Alnını secdeye değdir.
Şimdi öğle namazı vakti.
İkindi Namazı;
Vakit ikindi. Gün ihtiyarladı. Güneş solgun rengini bırakıyor güller üstüne. Hüzün renkli bulutlar sardı göğü. Güneşin saltanatı bitmek üzere. Zevale akıyor ışıklar.
Hatırla ki, sen de bir ömrün ikindisine yürüyorsun. Tenin soluyor. Gözlerinin feri çekiliyor. Öbür kıyısındasın artık nehrin. Güz yaprakları gibi. Hem dalındasın hayatın hem de düşmeye hazırsın.
Rüzgârı bekliyor gibisin. İnceldiğin yerden kopmaya hazırsın. Hoyrat bir rüzgâr artık zaman.

Şimdi ikindi vakti. Secdeye koy alnını. Zamanın Sahibini selâmla. O'na konuş, O'nunla konuş; dualarını fısılda. Sonsuzluğa tutun hece, hece.
Şimdi ikindi namazı vakti.
Akşam Namazı;
Vakit akşam. Gün ölmek üzere. Güneş ışıklarını topluyor eşyanın üzerinden. Kızılca kıyameti kopuyor dünyanın. Kara kefenini giyiniyor gün. Gülün rengi soluyor, eşyanın cezbesi yitiveriyor.

Hatırla ki, senin de akşamın olacak bir gün. Ömrünün ışıkları solacak. Hayatının perdesi çekilecek. Dudaklarında donacak gülüşün güneşi. Zaman uçurumun olacak; gelen günün güneşi sana doğmayacak.

Şimdi akşam. Herkesin senden uzaklaşacağı ölüm anını hatırla ki, sen de şimdi herkesten ve her şeyden uzaklaşıp Rab bine yanaşasın. Seni sen yokken de bilen Rab bin, sen öldükten sonra da bilecek elbet.
Herkesin unuttuğu yerde seni bir O hatırlayacak. Hatırını yalnız O bilecek.Sen de O'nu an şimdi.

Şimdi akşam namazı vakti.
Yatsı Namazı; Vakit Yatsı. Gün çoktan öldü. Güneş ışıklarını topladı. Gece hükmediyor âleme. Güneşin saltanatı bitti. Işıklar tükendi ufuklarda. Renkler ellerini çekti eşyadan. Gül soldu, gün soldu. Göğe yöneldi gözler.

Hatırla ki, Sen de unutuşun kara gecesine yuvarlanacaksın. Bir adın kalacak geriye. Bir mezar taşın hatırlayacak belki Seni. Belki o da unutacak.
Düşün ki, unutuşun koyu karanlığı çökmüş üzerine. Yokluğuna çoktan alışılmış. Unutuluşun hepten kanıksanmış. Kimsenin özlediği bile değilsin artık.
Hatırla bunları. Hatırla ki, çoklarının Seni unuttuğu bu gece, herkesi unutup Sen de O'nu hatırla. Çoklarının ışıklara kanıp sahte renklerin kuyularına daldığı bu gece, Rab bini an, Rabbine kan, Rabbine uyan.
Evet, işte Şimdi yatsı namazı vakti...



Muhammed Esed'den güzel bir namaz hatırası
Muhammed Esed

Günde bir kaç kez namaz için toplanıyorlar ve eğer hava yağmurlu değilse namazlarını açıkta kılıyorlardı. Uzun tek bir safta toplanıyorlar ve Hacı da önlerine geçip imamlık yapıyordu. Hareketlerindeki düzen ve uyumla askerlere benziyorlardı; hep birlikte Mekke yönüne er, birlikte eğilir, sonra kalkar ve birlikte diz çökerek alınları üzerine yere kapanırlardı. İki secde arasında seccadesi üzerinde, yalın ayak, elleri önünde bağlı, dudakları sessizce kıpırdayan ve kapalı gözleriyle derin bir huşu içinde dalıp giden imamın, bütün kalbiyle dua ettiğini görürdünüz; ötekiler, imamlarının işitilmeyen sözlerini izliyor olmalıydılar,
Böylesine içten bir duanın bir takım mekanik bedeni hareketlerle birleştirilmesi beni nedense biraz tedirgin ediyordu bir gün, biraz İngilizce bilen Hacı' ya bu konuyu sordum;
Allah'ın sizden ona duyduğunuz saygıyı eğilerek, diz üstü oturarak ve yere kapanarak göstermenizi istediğine gerçekten inanıyor musunuz? İnsanın sadece kendi , içine bakarak; yüreğin sükûneti içinde dua etmesi daha uygun olmaz mı? Bütün bu bedeni hareketlerin hikmeti ne?
Daha bunları söyler söylemez, pişmanlık duymaya başladım; yaşlı adamın dinî duygularını incitmek istememiştim. Fakat Hacı hiç de gücenmiş görünmüyordu. Dişsiz ağzıyla gülümsedi ve şöyle dedi:
- Başka nasıl ibadet edebiliriz ki Allah'a? O, bedeni de, ruhu da birlikte yaratmadı mı? Böyle olunca da insanın ruhuyla olduğu kadar bedeniyle de dua etmesi gerekmez mi? Bakın, biz Müslümanlar duamızı niçin böyle yaparız anlatayım size. Yüzümüzü Kâbe'ye, Allah'ın Mekke'deki beyt-ül Haremine çeviririz ve biliriz ki, o anda dünyanın neresinde olursa olsun, namaz kılan bütün Müslümanlar, hepsi yüzlerini Kâbe'ye çevirmişlerdir; bir tek vücut gibiyizdir ve düşüncelerimizin merkezi de O' dur. Önce ayakta durarak Kur'anı Kerimden bölümler okuruz, bunu yaparken, okuduğumuz kelâmın, insana hayatta dimdik ayakta kalması, sebat etmesi için verilen Allah Kelâmı olduğu bilinci içindeyizdir. sonra 'Allahu Ekber' (Allah en büyük! ) deriz; Bununla Allah'tan başka kulluk etmeye değer başka hiç kimsenin, hiç bir şeyin olmadığını dile getirir ve bunun apaçık bir gerçek olduğunu bir daha duyar ve bu gerçeğe bir daha tanıklık ederiz.
Sonra o her şeyden yüce olan Allah'a duyduğumuz saygıyı, bu yüceliğin önünde eğilerek gösterir, Onun gücünü, celâl ve azametini övgüyle anarız. Ve Onun önünde bir toz zerresinden, yokluktan, hiçlikten başka bir şey olmadığımızı, Onunsa bizim yüceler yücesi yaratıcımız, ve Rabbimiz olduğunu duyarak alınlarımızın üzerine coşkuyla yerlere kapanırız. sonra alınlarımızı yerden kaldırır ve oturup, günahlarımızı bağışlaması, bizi rahmetiyle yargılaması, doğru yola yöneltmesi, bizi sağlık ve rızkla nimetlendirmesi için dua ederiz, Onun haberini bize ulaştıran Muhammet (s.s.)'e, Ondan önceki peygamberlere, bize, kendimize ve doğru yolu izleyen herkese Allah'ın selâm ve rahmetini dileriz. Bize bu dünyada da öteki dünyada da iyilik ve güzellik ihsan etmesini niyaz ederiz Allah'tan. Ve sonunda da, başımızı sağa ve sola çevirerek, nerede olursa olsun, doğru yolda olan herkese selâm vererek namazdan çıkarız. Peygamberimiz böyle namaz kıldı, böyle dua etti ve kendisini izleyenlere de böyle yapmalarını öğretti, bu onların kendilerini isteyerek ve ta yürekten Allah'a teslim edebilmelerini -ki İslam'ın anlamı da budur ve Onunla da, kendi kaderleriyle de barış içinde yaşayabilmelerini sağlamak içindir.
Kaynak: Muhammed Esed, Mekke'ye Giden Yol.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder